Home 🏢 > (BÖLÜM 1) BATAKLIK
25 yaşında ölür 75 yaşında gömülür 
hikmet yolcu.com

ÖNSÖZ: BU SERİDE NE VAR, NE YOK ?

Merhabalar 🙌🏼

Bu seride, belki de şimdiye kadar hiç sorgulamadığımız, aklımızın ucundan bile geçmeyen, belki de halihazırda her gün aklımızda bulunan ve alışık olunan bir takım düşünceleri & terimleri bambaşka bir bağlamda ve birbiri ile ilişkili olarak derinlemesine sorgulayacağız. Şimdiye kadar yaptığım sorgulamalar ve bulduğum cevaplar sonucunda bende gelişip kökleşen ve önemli bir düşünce serisi olduğunu düşündüğüm geniş bir farkındalığı olabildiğince sizlere aktarmaya çalışacağım.

❗ Ancak bir uyarıda bulunmalıyım: Üstün körü bilgi arayanlar, sorgulamaktan ziyade doğrudan cevaba ulaşmayı arzu edenler maalesef ki aradığınızı bulacağınız yer burası değil, belki diğer bölümlerdir. Bu bölüm sizlere hayata dair önemli bakış açıları ve farkındalıklar sunuyor olacak. Bu seride sonuçtan ziyade sürece odaklanacağız ve düşünce & sorgulama sürecinde birbirimize eşlik edeceğiz. Belki de uzun zamandır özlemini duyduğunuz, o doya doya tatmak istediğiniz derin sohbetler tam da buradadır !

« Bu seride referanslarla belirtilmemiş tüm içerikler (yazılar, görseller, düşünce sistemleri, teoriler ve tüm diğer fikri ve sınai haklar Hikmet Yolcu’ya aittir.) »

Başlayalım, keyifli okumalar dilerim ! ☕

HİÇLİKTEN FIRLAMIŞCASINA

Hepimiz bir gün doğar ve bir gün ölürüz. Bu öyle hızlı bir serüvendir ki çoğu zaman insana düşünme fırsatı bile vermeden bir yudum su gibi geçer gider.

Kime yeter ki bir ömür ?

Belki de yalnızca son seferimizi yaşadığımız ve göz açıp kapayana kadar tükenen bu ömrü neye adamalı ?

İnsan nedir peki ? Hiçlikten fırlamışçasına var olan, var olmak için sürekli mücadele etmek zorunda olan, hatta bazen cehennemin ortasında bile var olma arzusundan vazgeçmeyen, geldiği yere dönmekten böylesine kaçan bir varlık da neyin nesidir ?

Var olmak ile olmamak arasında ince bir çizgi gibi yer alan hayatlarımızda nihai olarak ulaşmaya çalıştığımız belki de tek bir şey vardır: “Mutluluk”.

Peki mutlu bir hayat sürmek için ne yapmak gereklidir ?

Bu ince çizgide hazcı bir varlık olarak insan, sürekli rahatsızlıklardan kaçıp hazlara doğru koşarken çoğu zaman hayatı ıskalar, belki de bu hayatta yaşayabileceği potansiyellerin bile farkına varmadan toprağa girer. Bu rahatsızlıkların kaynağı olan ihtiyaç ve sorunların anlık baskısı o kadar fazladır ki çoğu zaman insanlar, bu rahatsızlıklarının üstesinden gelmeye düşünecek, sorgulayacak zaman bile bulamazlar. Öyle ki düşünme ve sorgulama yetisinin gelişmesi için bile yine kişinin zamana ve öğrenmeye ihtiyacı vardır. Mevcut sistemde ise hayatta kalmak için sürekli zamanını satmak zorunda olan kişiler, bu kısır döngü içerisinde düşünme ve sorgulama fırsatına sahip olamazlar. Dolayısıyla, sezgisel olarak da olsa içine düştükleri kısır döngünün farkında olmalarına rağmen bu durumdan kendilerini kurtaracak yol ve yöntemleri öğrenmeye de zamanları yoktur. Böylelikle sistem, pençeleri içine aldığı bu kişileri son nefesine kadar tüketir ve ilk haliyle tertemiz bir sayfa olan ancak yıllarca tüketilmenin sonunda müsveddeye dönmüş bu kişileri buruşturup bir köşeye atar. Hayat acımasızdır, en çok da düşkün olduğumuzda. Güçsüzlüğe tahammülü yoktur, zayıf olanları eler ve bir sonraki kuşağa aktarımını engeller. İşte bu dinamizme “doğal seçilim” denir ve oyunun kurallarını belirleyen ana mekanizmadır.

Zamanı olanların ise birçoğunun yeterli düşünsel kabiliyeti gelişmemiştir. Gelişebilmesi için kişilerin sorgulayıcı bir tavırla kendilerini eğitmeleri gerekir. Ancak kişinin öğrenim süreci çoğu zaman zorludur ve zamanın yanı sıra yüksek zihinsel enerji de ister.

Peki öğrenmeyi kolaylaştıracak yol ve yöntemler nelerdir ?
Öğrenme nedir, nasıl gerçekleşir ?
Öğrenmenin fiziksel yapımız ile ilişkisi nedir ?
Öğrenmeyi öğrenmek nedir ?
Var olduğumuz andan itibaren gerçekleştirmemize rağmen öğrenmeyi gerçekten biliyor muyuz?
(Daha sonra eğitim konusuna geniş bir yer vereceğiz.)

İşte yetersiz eğitim dolayısıyla yeterli düşünsel kabiliyete de sahip olamayan insanlar doğuştan getirdiğimiz derin anlamsızlık ve içsel rahatsızlıklarımız içine gömülürler. Öyle ki insanları intihara sürükleyen en temel nedenlerden ikisi anlamsızlık ve yüksek rahatsızlık durumudur. Anlamsız bir hayat sürmek ise her an kaybolmuş ve depresif bir ruh hali demektir. Anın dışında yapacak bir şey bulamamakta, bulsa bile başarısızlıkları dolayısıyla sindirilmiş özinancı, onu tamamen atıl hale getirmekte ve istese de artık yapacak enerjiyi bulamamaktadır. Bu nedenle artık kendini akıntıya salmakta ve kadere bağlamaktadır. Bu durumda olan kişiler ise bağımlılık yapıcı unsurlara müptela olmaya en müsait kimselerdir ve en çok da rahatsızlığın zirve noktasında bağımlısı olurlar. Artık bataklığın içine saplanıp kalmışlardır ve oradan çıkabilmeleri ise hiç de kolay olmaz. Çoğu zaman atılacak bilinçsiz kulaçlar ve çaresiz devinimler kişiyi daha da dibe batıracaktır.

Yeterli düşünsel kabiliyete, eğitime ve zamana sahip kişiler bir şekilde kendilerini bu bataktan sakınabilir. Yine de sürecin zorlu olması ve bu zorlukların kökenin farkında olmanın bile başlı başına bir mesele olması en başarılı kişilerin bile öğrenene kadar pek çok defa düşmelerine yol açabilmektedir. Bu seride amacımız tüm bu taşları ve engelleri belirleyip bunların üstesinden nasıl gelebileceğimize dair içgörü ve düşünsel kabiliyet edinmektir.

RUHSAL ESARET

İnsan dediğimiz varlık gelmiş geçmiş belki de en karmaşık yaratıklardan biridir. Kendisinin ve çevresinin farkında olan, sorgulayabilen ancak dünyaya geldiği anda boş olup yaşam serüveninde şekillenen dinamik bir kap gibidir. Tüm bu serüvende birçok hayvansal yanının yanı sıra insanlığa özel, “bilinç” dediğimiz özel bir yetiyi taşır. Bilinç, insanı sorgulamaya ve mevcudiyetine dair bilgiler edinmeye iter. Bu güdünün altında ise en derin arzularımızdan olan hayatı anlamlandırma arzusu vardır, diğer bir ismi ile “merak”. Çocuklukta en yüksek sevideyken büyüdükçe ve kişisel ihtiyaçların artması ile kapsamı yalnızca anlık ihtiyaçların karşılığını bulabileceği seviyeye kadar daralabilir. Daralan meraklılık seviyesi, bilgi edinme esnekliğini kısıtlar ve kişiyi hayatı anlamlandırma fırsatından alıkoyar.

Ruhsal Bataklık & Ruhsal Esaret
25 yaşında ölür 75 yaşında gömülür

Merak seviyesi düştükçe kişinin sorgulama yetisi dolayısıyla bilgi edinme potansiyeli atıllaşır. Nihayetinde kişinin farkındalığı, atıl bilincin katmerli duvarları arasında mahkum olur. Böylelikle farkındalık seviyesi sınırlı kalan bu kişi, karmaşık sorunların üstesinden gelmekte zorluk çeker. Üstesinden gelemediği sorunlar gittikçe büyümeye ve kişiyi bu hayatta hiçbir şeye muktedir olmadığına inandırmaya başlar. Bu inancın çepeçevre sarmasıyla bozguna uğramış bu kişi, tüm yenilgilerinin rahatsızlıkları ve devam eden saldırılara rağmen hayata teslim olur. Artık esaret günlerinde ona kalan tek bir miras vardır: Sonsuz bir rahatsızlık ve ruhsal ıstırap.

Bundan böyle her fırsatta rahatsızlıklarını unutturacak haz sağlayan eylemlere başvurur. Günlerini bir şekilde geçirmektir artık amacı; rüzgarda savrulup duran bir toz tanesi gibi hisseder kendini. Öyle ki oyuncu olmak zorunda olduğumuz bu hayatta, izleyici koltuğuna çöküp durmuş sanki sonsuza dek orada kalacakmış gibi hisseder. O koltuktan ise yalnızca gerçek ve acil sorunların dürtmesi hatta koltuktan aşağı atması ile harekete geçer. Bu tepkisel tutumu ise faiziyle dönen daha büyük bedeller doğurur ve kişi gittikçe bu bataklığın içine çekilir.

İşte bu bir bireyin ruhsal ölümünün tablosudur.

İnsan 16 yaşındayken dünyayı değiştireceğini düşünür. 18 olduğunda düşünceleri sert bir kayaya çarpar. 20 yaşına geldiğinde hiçbir şey değiştiremeyeceğini anlar 25 yaşına geldiğinde ise dünyanın onu değiştirdiğini fark eder. Ve insan 25 yaşında ölür,75 yaşında gömülür.

Tarkovski

Böylelikle Tarkovski’nin betimlediği o sert kayayı da üstünkörü incelemiş olduk. Aslında buradaki kayaya çarpıp çarpmamak kişilerin tam olarak psikolojileri, dış etkenleri algılayışları ve onlarla mücadele edecek sağlam bir zihniyete sahip olup olmadıkları ile ilgilidir.

İşte bu seri, tam da bireylerin bu kayaya çarpmasını engelleyecek veya çarpsa bile tekrardan ayağa kaldıracak yol ve yöntemleri, düşünce sistemlerini sunuyor olacak.

İncelediğimizde sahip olduğumuz “bilinç”, hayvanlardan farklı olarak bize sorumluluk yüklemektedir. Hayvanlar otomatik hareket edip herhangi bir iradeye ihtiyaçları yokmuş gibi görünür. Bilinç ise biz insanlara iradeyi zorunlu kılmaktadır. Normal akışta, hayvansal bir şekilde, yalnızca güdülerimizi takip ederek yaşamamız muhtemelen sonumuzu getirir. Bu nedenle, bizler düşüncesizce ve içgüdüsel olarak hareket etme lüksüne sahip değilizdir. Zaten buna insanın karmaşık ihtiyaçları da izin vermez. Bu konuda daha fazla derinleşmeden önce insanı insan yapan en temel unsurlardan biri olarak ihtiyacı tanımlamak anlam arayışımıza katkı sunacaktır.


>>>Devam Edin: (BÖLÜM 2) – İHTİYAÇ


Paylaş: