Home 🏢 > HİKAYEM 🎗️

HİKAYEM 🎗️

TEKRAR SELAMLAR 👋🏽

KİM BU H.Y ? kısmında kısaca belirli hatlarla kendimden bahsederken, bu kısımda daha detaylı bir şekilde geçtiğim süreçlerde kayda değer olduğunu düşündüğüm kısımları kayıt altına almaya ve aktarmaya çalışacağım. Böylelikle hakkımda daha fazla fikir sahibi olacak ve hangi süreçlerin hangi fikirleri doğurduğuna dair de bir içgörü yakalayabileceksiniz. Daha kısa bir şekilde hakkımda bilgi almak isterseniz 👉🏽buraya👈🏽 tıklamanız yeterli.

Ayrıca burada yalnızca önemli detaylar ve sitenin konuları ile ilgili değil, genel olarak hayatımı kayıt altına alma amacıyla yazacağımı bildirmek isterim. Sizin için önemsiz detayları atlayarak göz atabilirsiniz.

-Hikmet YOLCU

👦🏻 ÇOCUKLUK

1998 yılında İstanbul’da dünyaya geldim ve doğduğum günden bu yana Büyükçekmece’de yaşamaktayım. Dolayısıyla çocukluğum da burada geçti. Ebeveynlerimin anlattıklarına göre oldukça uysal, sakin ve sessiz bir çocukluk geçirmişim. Annem bunu ben embriyo evresindeyken on ay gibi bir süre tansiyonunu düşürmek amacıyla ısırgan otu içmesine bağlıyor. Bir etkisi olsa gerek 🙂

Kendimi bildim bileli üretmeyi, yaratıcı işlerle vakit geçirmeyi severim. Çocukluğumun ilk dönemlerinde herkes gibi arkadaşlarımla oyunlar oynamanın yanı sıra her fırsatta arka bahçemizdeki depodan araç gereçleri alıp tahtadan, kartondan; evler, arabalar, çeşitli oyuncaklar yapmaktan ve bunlarla oyalanmaktan oldukça haz alır ve zaman nasıl geçer bilmezdim. Bozuk oyuncakların parçalarından farklı oyuncaklar yapmak da başlıca hobilerimdendi. 🔨

Daha sonra bilgisayar alınınca daha çok eve kapandım ve çocukluğumun son evreleri benim için yepyeni bir dünya olan bilgisayar ile ve hikaye temelli bilgisayar oyunları oynamakla geçti. Ama şimdi bakıyorum da gerçekten güzel bir döneme denk gelmişim 😊 . Çünkü o zamanki (2000-2009) oyunların hikaye örgüsü, anlamlılık, oynanış gibi bütünlüklü sunumuna bugün bile kolay kolay erişilemiyor. Ve tabi ki o zamanlar bu oyunların yeni bir teknolojinin ürünü olmalarından ötürü bizler (benim neslim) güzel bir çocukluk geçirdik diyebilirim. Bugünlerde her ne kadar oyunların görüntü kaliteleri ve teknolojileri artsa da olay örgüsünden ve anlamlılıktan uzak, yalnızca oynanış odaklı, online ve tekrarlanan örgülerde dönen ve kişilerin rekabet hırsı ile bağımlı hale getirildiği platformlar haline geldiklerini görmek üzücü. Kaliteli bütünlüğe sahip oyunları özledik açıkçası…

İlk ve ortaokul eğitimimi yine aynı ilçede tamamladım. O zamanlarda bir liseye yerleşmek için ortaokuldayken üç sene üst üste 6, 7 ve 8. sınıfta SBS (Seviye Belirleme Sınavı) adlı sınava girmek gerekiyordu. Bir ihmal ve talihsizlikle saatleri karıştırınca 7. sınıftaki sınavı kaçırmışım, bu nedenle genel ortalamam düşük kalmıştı ve normal okul ortalamam ile bir okula yerleşebiliyordum. Böylelikle oturduğum beldedeki sıradan okullardan birine yazılmak zorunda kaldım.

🎓 LISE DÖNEMI

Lise döneminin ilk dönemleri olağan ve durağan geçti, daha çok kendi başıma zaman geçirip zaman zaman diğerlerine katılıyordum. İngilizce bilgim, ilgilendiğim ve düzenli olarak oyun oynadığım için diğer derslerime göre hep daha iyiydi. Daha sonra lise ikinci sınıfta bölüm seçimi yaptık ve “Yabancı Dil Bölümü” nü tercih ederek o bölüme geçiş yaptım.

Baya aylak, gamsız ve vurdumduymaz bir tavır vardı üzerimde diyebilirim. Okula giderdim, dinleyebildiğim, anlayabildiğim kadar anlar, devam ederdim. Bir süre sonra zaten öğrencilerin büyük çoğunluğu gibi mevcut eğitim sisteminin karanlık tarafı olan doğal seçilimin hezimetine uğradım. Konular üst üste eklenerek gittiği ve bendeki konu açıklığı git gide daha da arttığı için aradaki farkın altında ezilmeye başlamıştım ve zamanla beni tamamen etkisiz hale getirdi. Bunun sonucu olarak da bir süre sonra bilinçsiz her öğrenci gibi yalnızca sınav geçmeye dayalı bir yol izlemeye başlamıştım. Ne yapsam anlamıyordum nasıl olsa. Yol yöntem bilmezdim, neden anlamadığımı nereden bilebilirdim,

dayalı bir eğitim mi almıştık sanki ? Eğitim verilmeye başlandığında zaten herkes öğrenmeyi biliyor kabul edilirdi. Oysa ancak yolda ancak öğrenmeyi öğrenebilenler yolda sorunsuz devam edebilirdi… (Eğitim ve eğitim sistemine dair daha sonra bolca konuşacağız.)

Neyse bir şekilde geçiriyorduk günleri, o yıllarda diş teli tedavime başladım neredeyse 3 yıl sürdü. Spora başlayacaktım ki 10. sınıfın ikinci döneminde arkadaş arasında voleybol oynarken durduk yere saçma bir şekilde ayağım kırıldı, başlayamadım. İki-üç ay yatmak zorunda kalmıştım. Daha sonra araya yaz falan girdi ve okul başladı 11. sınıftaydım. 11. sınıfta öncesine göre biraz daha bilinçliydim ve öğretmenimizin de değişmesiyle derslere çalışmak ve yeniden yola başlamak konusunda daha hevesli ve istekliydim. Maalesef bu sefer de öğretmenimizin Rus Dili ve Edebiyatı mezunu olması ve İngilizce konusunda yeterli olmaması sebebiyle İngilizce konusunda bomboş geçen bir yıl oldu. Doğrusu Almanca da alıyorduk o senede ama şimdi sorsanız Almanca’nın A’ sını hatırlamam, sebebi öğretmenimiz değil benim ilgisizliğim ve yeteri kadar fayda görmeyişimdi. Tabi ki değerli olan her şeye ulaşmak için emek gerekiyordu ama o emeği gerçekleştirmek için de yine fayda görmek ve anlamlılık gerekiyor. (Öğrenme Konusunda Detaylıca Yazacağım.)

Okul eğitimi dışında bu lise dönemimde daha çok önem verdiğim güzel şeyler de oldu. Tanımadığım insanlarla olan tanışma girişimlerim sonucu iletişimde karşılaştığım sorunlar ve bunları çözme çabaları iletişimimi geliştirme ve çeşitli insan tiplemelerini daha yakından öğrenme şansı verdi. Ayrıca bu dönemde ilk defa bir arkadaşımın teşviki ile spora başladım ve 2 ay gibi bir süre Fitness’ a gidip fiziksel gelişim konusunda temel bilgiler edindim ve gözle görülür bir ilerleme kaydetmem beni daha fazlası için motive etmişti. Ayrıca bu dönemde sporun ve gelişim felsefesinin temeli olan “acılara ve zorluklara belirli süreler maruz kalarak iradeyi ve mevcut kapasiteyi geliştirme zihniyeti ” ile tanışmam oldukça önemliydi. Çünkü başarıyı,

Sonunda içsel veya dışsal bir ödüle ulaşma amacıyla bir sorunun tüm zorluklarına ve acılarına katlanarak üstesinden gelebilme durumu

olarak tanımlarsak, bu zihniyetin her başarının altında yatan temel düşünce yapısı olduğunu görürüz. Bu açıdan oldukça değerli bir süreçti. Ayrıca bu dönemde yarım yamalak da olsa kitap ile tanışma girişimlerim oldu, her ne kadar eksik kalsa da yine de benim için önemliydi. Daha sonradan bir şekilde bu münasebetlerim devam edecekti…

Neyse daha sonra lise son sınıfa geldik, bu sene neyse ki nitelikli bir İngilizce öğretmenimize denk gelmiştik. Bu sene İngilizcemi A2-B1 seviyelerine kadar çekebilme şansı bulmuştum. Güzel geçiyordu, her gün öğreniyorduk. Ayrıca lisede neredeyse dört yıl boyunca aynı Edebiyat öğretmenimizden eğitim almıştık. İlgi uyandırıcı ve nitelikli öğretimi sayesinde bize bu sanatı sevdirmişti. Her ne kadar şair isimleri, akımlar, tarihler gibi teorik bilgiler çok aklımda kalmasa da pek çok şiir, deneme, makale inceleme yoluyla yol ve yöntem gibi bilgileri az çok sindirdiğimi ve değerli olanın ise daha çok bunun olduğunu düşünüyorum.

Bu dönemde Taekwondo ile tanıştım, esneklik, koordinasyon, güç, teknik gibi çeşitli temel bilgileri edindim lakin bu spor için oldukça mütevazı bir süre olan ancak 6 ay civarı devam edebilme şansı buldum. Daha sonra zaten lisenin sonlarına doğru geliyorduk ve artık gelecek için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bu dönemde lisenin sonuna gelene hatta mezun olana dek de hiçbir hedefim yoktu geleceğe dair. Hiçbir hayat amacı taşımıyordum, zaten söylediğim gibi üstümde hep bir kayıtsızlık, hep bir vurdumduymazlık vardı ta ki mezun olana kadar…

Tüm bu kayıtsızlığa rağmen yine de, bir dil ve anlatım konu kitabım vardı, onda ufak tefek ilerliyordum. Neyse sınav zamanı geldi, çattı, sınavlara girdik çıktık. Doğal olarak düşük bir puan almıştım, yabancı dilde ise yine ortalama bir sonuca sahiptim. Hatırladığım kadarıyla gelen bölümler arasında Hacettepe Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı gibi bölümler vardı. Oysa ben henüz ne yapmak istediğimden bile emin değildim ve o sonucu alana kadar da asla çalışmamıştım. Dolayısıyla o güne kadar potansiyelimi gerçekleştirmek adına hiçbir çaba göstermemiştim ve doğrudan bir tercih yapıp gitmek potansiyelimin çok altında bir yere gitmeme neden olacak ve tabi ki beni de içten içe yiyen sonsuz bir huzursuzluğa ve pişmanlığa sürükleyecekti…

O dönemde belirli bir miktarda paraya ihtiyacım vardı ve zamana da sahip olduğumdan 1-2 haftalığına fabrikaya çalışmaya girmiştim. İnsanlar nasıl böyle bir hayatı sürdürüyor, nasıl böyle bir duruma sürükleniyor hayret ve hüzün içerisinde tanık oluyordum. Günde 12 saat vardiyalı bir şekilde çalışıyor, evlerine gidip birincil ihtiyaçlarını bile doğru düzgün karşılayamadan, gün henüz doğmadan veya gecenin bir yarısı onları almak için gelen cezaevi araçları misali servislere binip tiksinti ile ve lakin teslimiyetle kayıtsız bir şekilde geri işlerine dönüyor, vardiya saatlerinden gidiyor diye trafik olduğu zamanlar ufak tefek mutluluklar yaşıyor, tüm gün bir makinanın başına zincirlenmişcesine dayatılan işi gerçekleştirebilmek için robotlar gibi çalışıyorlardı. Kişiler işin tanımı ve sınırları gereği zamanla zihinsel açıdan köreliyor, ihtiyaçlarını & arzularını gerçekleştirebilecek hiçbir zamana, paraya veya enerjiye sahip olamadıklarından sürekli onları bastırıyor ve eninde sonunda bu ya tamamen kayıtsızlığa, duygusuzluğa ve teslimiyete dönüşüyor ya da bastırdıkları duygu ve düşüncenin aksi yönünde bastırılma şiddeti ile orantılı olarak patlak vermelerine neden oluyordu. Ama çoğunlukla görülen davranış teslimiyet ve öğrenilmiş çaresizlikti. Burada her gün birbirine benziyordu, günler akıp geçerken nereye gittiklerini algılayamıyordunuz bile. Orada 1-2 hafta çalışmama karşın bu sürenin sonunda geriye dönüp baktığımda yalnızca şunu görüyordum, sanki 1-2 hafta değil bir gün yaşamış gibiydim. İşte o zaman şunu fark ettim:

İsterseniz 1000 yıl yaşayın eğer her gününüz birbirine benziyorsa 1000 yıl değil, yalnızca bir gün yaşamışsınızdır !

Bunun sebebi beynin gruplayarak öğrenmesidir ve bu açıdan yaşamak kayda değer anılar toplamaktır:

Dünyanın en fakiri monotonluk çöplüğüne batmış ve ötesine gidemeyendir.

Öyleyse :

Yaşamanın ölçütü kaç gün yaşadığın değil, ne kadar farklı anılar biriktirdiğindir !

Bu sürecin sonunda bu modern kölelik sisteminin dehşetine kapılmış ve bu farkındalıkları edinmiş biri olarak önümde iki seçeneğin olduğunu gördüm. İlkinin ruhunu şeytana satmaktan farkı olmadığını, bir yok oluşun öyküsüne temel attığını görmek ve bu fragmanı yaşamak insana bu kurguya düşmemek için elinden geleni ardına koymamak adına zaten yeterince motivasyon veriyordu. Önümde tek yol vardı bu kısır döngüye kesinlikle düşmemeli ve dolu dolu yaşayabileceğim bir hayat kurgusu oluşturmalıydım. Ayrıca daha önceden bahsettiğim dil & anlatım kitabımda ilerleyebilmemi görmem de bana kalmam için ayrı bir cesaret vermişti.

Daha sonra bir karar verdim: Bir sene daha kalacak potansiyelimi açığa çıkarmak ve arzuladığım hayatı elde etmek adına gerekirse gece gündüz çalışacak, elimden geleni ardına koymayacak bir yılın sonunda içim rahat ve zihnim net bir şekilde tercih yapacaktım…

⚒ MEZUN DÖNEMI

Daha önce de söylediğim gibi kendime dair pek bir farkındalığım yoktu ve artık hayatımı kazanacak yolu seçerek yola çıkmalıydım. Daha sonra biraz kendimi sorguladığımda, insanların davranışları üzerine kafa yormaktan ve onların sorunlarına çözüm bulma çabasından haz aldığımı fark ettim. Böylelikle Psikoloji bölümünün bu duruma en yakın bölüm olduğunu keşfettim ve getirilerini incelediğimde bölümün sosyal statüsü, getirisi ve iş bulma olasılığı gibi çeşitli özellikleri bölümü çekici kılıyordu. Tabi ki hepsinden de öte bu alanda severek okuma yapabilecek, beslenebilecek ve çalışabilecek olmam benim için hepsinden daha önemliydi. Bu şartları da taşıdığı için bu bölümü hedef olarak belirleyerek yola çıktım.

Başlarda evde kendi kendime çalışmaya çalışıyordum lakin çok verimli olamadığımı fark ettiğimde bir dershaneye yazıldım ve her şeyimi yeni baştan planladım. Bu benim için hayatıma yepyeni bir sayfa açmaktı. Bu nedenle bunu ve adanmışlığımı kendime kanıtlayarak somut bir şekilde hissettirebilmem için saçlarımı kazıttım ve sakallarımı da sıfıra vurdum, tüm sosyal medya hesaplarımı dondurdum, akıllı telefonumu rafa kaldırdım ve yalnızca konuşma işlevini görebilecek bir telefon edindim. Spor salonuna yazıldım. Böylelikle somut olarak da yeni bir sayfa açmıştım.

O noktadan sonra nasıl göründüğümün veya algılandığımın pek bir önemi yoktu. Asıl önemli olan kendime dair olan algım ve inancımdı. Bu yolda kendimi yıkıp yeniden inşa etmem gerekecekti ve inşanın heyecanı yıkımı önemsiz kılıyordu.

Self-Made Man Poster – Designed by H.Y.

Çünkü,

Bazen yapmak için yıkmak gerekir.

İnşa sırasında yapının ne kadar çirkin veya iyi göründüğünün göründüğünün bir önemi yoktur, önemli olan projedir.

Daha sonra çalışmalara başladım. Dershanede her gün sabah 09.00′ dan öğlen 13.00′ e kadar dersim vardı, 13.00′ de çıkar çıkmaz yemek yiyor, dinleniyor saat 14.00’de geri çalışmalarımın başına dönüyordum, akşam 19.00’a kadar aralıksız çalışıyordum. Nasıl çalışacağıma dair yol, yöntem ve kaynakları belirlemiştim ve hedeflerim de net olunca kafamı bulandıracak herhangi bir durum bulunmuyordu.

İlk birkaç ay boyunca gece oradan çıkınca da spor salonuna gidiyordum ve eve dönene kadar saat 23.00 buluyordu. Aslında oldukça verimli de gidiyordu ama ailemin ikisini birlikte götüremezsin, çok yorulursun derslere kendini veremezsin gibi kaygıları dolayısıyla bırakmak zorunda kaldım ve spora haftada bir iki şeklinde evde devam ettim. Aslında bir taraftan iyi olmuş olabilir, çünkü her ne kadar dönemin başında ne kadar güdülenmiş ve disiplinli olsam da bu birikecek olan yorgunluk bir yerden sonra tükenmişlik sendromuna dönüşebilir ve tüm sürecin kontrolünü kaybetmeme yol açabilirdi.

Neyse, ardından tamamen derslerime odaklandım. Aynı çalışma şeklinde ilerliyor 09.00-13.00, 14.00’den saat 19.00′ a kadar molasız, hiç durmadan çalışıyordum. Her gün yalnızca bir derse çalışıyor, konu anlatımındaki konuyu bitirip konu anlatımın testlerini ve test kitabındaki tüm testleri bitirene kadar üzerinden kalkmıyordum. Zaten bunları tamamlayana kadar gün bitiyordu. Dershanede kimse ile muhatap olmuyor sadece derslerime odaklanmış bir şekilde durmadan çalışıyordum. Hatta işin ciddiyetini kavramak için bir ara ceket-gömlek-kravat gibi giyindiğimi bile hatırlarım 😁. Bu şekilde molasız belki 3-5 ay çalışmışımdır. Gece eve gittiğimde ise saat 10 gibi bayılır kalırdım, adeta artık sistem kendini kapatıyordu. Daha sonra beni bir diğer üst sınıfa aldılar, orada birkaç arkadaşım olduktan sonra onlarla beraber molaya iniyor zaman dolunca hemen geri çıkıp çalışmaya devam ediyordum. Sorularımı toparlar, hocaları yakaladığımda bırakmazdım. Toplu şekilde sorularımı sorar, her birini öğrenene kadar üzerinde dururdum. Özel gün, ramazanlık, bayram vesaire ise beni hiç ilgilendirmiyordu, diğerleri çalışmayı bıraktığında daha bir motive oluyor, o günlerde bile taviz vermiyordum. Bu şekilde düzenli, sistemli, tam adanmış ve tavizsiz bir zihniyet ile dönemi sonuna kadar götürebildiğime minnettarım.

Halen geri dönüp baktığımda nasıl böyle bir adanmışlık gösterebildiğime şaşıyorum açıkçası, gerçekten insan psikolojisi ve motivasyonun altında yatan dinamikler ne kadar önemli şimdi daha net görünüyor. Bu dönem benim için hakikaten olağanüstü verimlilik kavramının vücut bulmuş haliydi. Şuanda ise böyle bir zihniyete tekrar dönebilmenin anahtarlarını arıyorum. Umarım buldukça buradan sizlerle paylaşacak, sizlere de aktaracağım. Çünkü bu temel konu gerçeklik ve potansiyel arasındaki uçurumun tek köprüsüdür. Bu köprüyü en sağlıklı şekilde inşa etmeyi bilirseniz arzuladığınız hayata en hızlı şekilde ilerleyebilir, dilediğiniz hayata daha çabasız bir şekilde ulaşırsınız. Çünkü çaba kişinin karşılaştığı zorluklarla doğru orantılı olduğundan, bu zorlukları en aza indirgeyecek olan motivasyon ve disiplin gibi konuların kavranması zorlukların üstesinden gelebilmek için gereken çabayı da oldukça azaltacaktır.

Bu dönemden önce herhangi bir çalışma hayatımın olmaması beni hep kendi yeteneklerimi ve niteliklerimi keşfetmekten uzak bırakmış. Bu dönemde pek çok farklı bilgi edinmem ve farklı disiplinlerden yoğun olarak beslenmem, adeta çarklarımı çalıştırmaya başlamıştı. Artık zihnime ilginç, ürün, iş ve sistem tasarımları geliyor ve ben bundan oldukça haz alıyordum. Bunları da bir köşeye not almaya başlamıştım. Adeta çocukluğumdaki yaratıcılığıma dönmüş, bu tür yaratıcı faaliyetlerden ne kadar keyif aldığımı tekrar hatırlamıştım.

Neyse dönemin sonuna geldik, elimden geleni yapmış tam olarak istediğimi almıştım. Artık bir tercih yapmak gerekiyordu. Birçok rehber hocasını dolaştım, en son lisedeki rehber hocamın yanına gittim. Sağolsun baya yardımcı oldu, selamlar olsun buradan 🙂 Önümde ve aklımda iki yol vardı, Psikoloji ya da İşletme. Bana şöyle demişti: Psikoloji bölümünde biraz daha net bir yol var buradan ilerleyerek hayatını İşletme’ ye göre bir tık daha garantiye alabilirsin, çünkü gidilecek yol az çok çizilmiştir, belirli bir alanda yüksek lisans ile ve yan birçok eğitim ile destekleyerek belli bir alanda uzmanlaşıp çalışmak ama tabi ki kazancın ortalamanın üzerinde olsa da belli bir noktaya kadar ilerleyebilir, şirketleşmediğin ya da markalaşmadığın sürece. İşletme’ de ise rekabet ve dolayısıyla risk çok yüksek. Her alanda çalışabilirsin, hangi alanda kendini geliştirdiğine bağlı, hiyerarşi sistemindeki en alt aşamadan en üst aşamaya kadar da çalışabilirsin, asgari maaşa da çalışırsın milyonları da kazanırsın. Tamamen kendini geliştirmene bağlı.

Acaba Psikoloji’ye gidip çift anadal ile veya ikinci üniversite ile İşletme mi alsam dedim. O ise bana ikisinden birine git onda en iyisi olmaya çalış dedi ve bu gerçekten önemli bir tavsiyeydi benim için.

Ben de zaten sabah akşam kendini geliştirmek zorunda kaldığın çetin rekabet koşullarından çıkmış, böyle bir mücadelenin üstesinden gelmem sonucunda kendime olan inancım ve saygım artmış dolayısıyla artık daha fazlasını hayal eden, daha fazlasına talepkâr olan birisi haline gelmiştim ve artık sahip olduğum ürün, iş ve sistem fikirlerini hayata geçirmem de bana yardımı dokunacak, bana ilgili nitelikleri edindirecek en yakın bölüme gitmeliydim. Ve sonuç olarak bu süreçlerden müthiş haz almış biri olarak tam da aradığımın İşletme bölümü olduğundan emindim ve tercihimi de o yönde yaptım. Çok şükür, gönlümdeki okulda gelince artık ikinci evreye geçmeye hazırdım…

🎓 ÜNIVERSITE DÖNEMI

İstanbul’ a tercih yapmamın başlıca sebepleri evimden gidip gelebilecek olmam, İSMEK ve diğer Halk Eğitim Kursları gibi birçok ücretsiz bilgi kaynaklarının elimin altında olması ve okul dönemim boyunca ayrıca onlardan da yararlanabilmem, birçok nitelikli ve güçlü şirketin İstanbul etrafında toplanması, dolayısıyla iş ve staj fırsatlarının daha fazla olmasıdır. Ayrıca okul tercihimden bahsedecek olursam İstanbul Üniversitesi’nin AACSB gibi uluslararası geçerliliğe sahip akreditasyona sahip olması, Türkiye’nin ilk İşletme okulu olması, derslerin tamamen İşletme fonksiyonları ve İşletme ile ilgili disiplinler üzerine olması, Erasmus+ için birçok ülkedeki nitelikli okullar ile karşılıklı anlaşmalara sahip olmaları üzerine bu okula tercihimi yaptım.

Artık ne yapmak istediğim konusu daha net olduğu için hedeflerime doğru nasıl ve hangi yollarla ilerleyeceğim konuları çok daha açıktı.

Kendi muktedirliğine ve hedeflerine dair hiçbir şüpheye yer bırakmayan mutlak bir inanca sahip olmak çetin zorlukların üstesinden gelmek için kesinlikle bulunması gereken iki durumdur. Zihinsel olarak hazırlanamamış, bulanık bir zihinle yola çıkan ve yalnızca görev zorunluluğundan ötürü kendisini sürece zorlayarak çetin mücadelelere girişen kişiler bir müddet sonra düşmeye, kaybetmeye mahkumdur.

Ne zaman ki bir mücadele söz konusu olur, orada hep bir savaş bulunur.

Her mücadele bir savaştır.

Özellikle sizin kalenize yapılan bir savunma savaşı.

Kaleniz zihniyetinizdir.

Ne kadar zayıf bir zihniyete sahipseniz o kadar çabuk düşer ve aynı şekilde ne kadar sağlamsa zihniyetiniz o kadar hızlıca savunur ve düşmanı alt edersiniz. Zayıf bir duvar, zayıf bir kapı, niteliksiz askerler güçlü bir düşmana karşı ilk saldırı da düşer. Zihniyetiniz de böyledir. Güçlü bir düşmana karşı sarsılmaz bir zihniyet ve sağlam bir düşünce yapısı geliştirmelisiniz. Askerleriniz ilk saldırı da canını kurtarmak için kaçmamalı. Duvarlarınız yıkılmamalı. Mücadelenin ciddiyetini ve gereksinimini kavramalı, o şekil bir hazırlık gerçekleştirmelisiniz. Karşılaşabileceğiniz her türlü saldırıyı önceden tahmin etmeye çalışmalı, düşmanının zayıf ve güçlü yönlerini analiz etmeli, olası senaryolara karşı savunma ve saldırı planları geliştirmelisiniz. Ancak bu şekilde bu çetin mücadelenin üstesinden gelebilirsiniz.

Öncelikle İşletme mezunlarının ne gibi alanlarda çalıştıklarını araştırdım. İş ilanlarını inceledim temel olarak her birindeki ortak ihtiyaçları tespit ettim. Bunlar genel olarak Ofis Programları, İleri Seviye İngilizce gibi temel başlıca niteliklerdi. Diğer teknik olmayan beceriler (soft-skills) de ise temel iletişim becerileri, takım çalışması gibi diğer beceriler vardı. Diğer gereklilikler ise her bir işin özel ihtiyaçlarına göre şekilleniyor ve çeşitleniyordu.

Üniversiteye başladığım andan itibaren aslında temelde ne istediğim belliydi, girişimci olmak istiyordum. Bunu daha sonradan daha fazla eşelediğimde girişimcilikten de öte finansal olarak tam bağımsız olmak istediğimi keşfettim. Finansal bağımsızlığı ise kazandırabilecek yalnızca iki ana disiplin vardı:

1) Girişimcilik
2) Yatırım

Neden bu iki disiplinin olduğu, bunların nelere hizmet ettiği, nasıl olup da sizi finansal bağımsızlığınıza ulaştırdığına dair uzun uzun yazacağım. İlgili kısımdan takip edebilirsiniz.

Üniversite tercihimi de o nedenle İşletme’ye yapmıştım zaten. Şimdi piyasada gerekli temel nitelikleri ve girişimcilik yolculuğunda bana yardımcı olacak becerileri ve bilgileri edinme zamanıydı.

Sonuçların kesinleşmesinin ve kayıt yaptırmamın hemen ardından bu nitelikleri nereden edinebileceğime dair araştırmalara başladım. İşletme bölümü veya yönetim ile ilgili bir yerde çalışan birini bulur bulmaz sorguya tutuyordum. Böylelikle alanla ilgili daha fazla bilgi ediniyor, her bir bölümün nasıl çalıştığını, insanların nasıl durumlara düştüklerini ve bu berbat kurgulardan nasıl oluyor da bir türlü kurtulamıyorlar yakından görüyordum. Bunlara tanık olmak içinde bulunduğum durumun ve şartların ne kadar ciddi olduğunu daha derinden kavratıyordu. Ve tabi ki çok yüksek standartlarda yaşayan insanları da görüyordum, görüyoruz, görmekteyiz. Peki asıl soru bizi onlardan ayıran neydi ? Birimizi sefalete iten hayat neden diğerlerine zenginlik ve refah sunuyordu ? Bu değil midir neredeyse tüm sorunlarımızın başlıca nedeni ? Bu değil midir bizi kuytu bucak sınırlayan, hayatımızdan çalan, bizi tüm ömür boyu iki kuruş için başkalarını zengin etmeye zorlayan sistem ? Peki nedir bu insanların rahatlığı ? Nasıl yaşıyorlar bu protezli, kanserli sistemde ? Bu tutsak ve ölümü iple çeken bedenlerde ?

Konuşacağız.

İnsanla ilgili her şey düşünceden önce deneyimle başlar ve her türlü insan yaratımının sonucu motivasyonun ve disiplinin sonucudur.

Böylelikle düşüncelerim şekil alıyordu, kişilerden çeşitli fırsatları öğreniyordum. Durumu kötü olanlardan o duruma düşmemek konusunda ders alıyor, durumu iyi olanlardan ise o duruma nasıl ulaşabileceğim konusunda yol ve yordam öğrenmeye çalışıyordum. Bunlarla birlikte kişisel olarak da çeşitli fırsatları araştırıyordum. İSMEK’i ve Halk Eğitim kurslarını öğrenmiştim. İSMEK harika bir eğitim fırsatı, Halk Eğitimler de öyle; kursa dair cebinizden beş kuruş çıkmadan binlerce liralık eğitimleri alabiliyor ve becerilerinizi geliştirebiliyorsunuz. (Gelişim Kaynakları kısmında detaylıca açıklayacağım.)

İşte kayıtları yaptırır yaptırmaz, İSMEK’te Temel Muhasebe kursuna, Halk Eğitimde ise Bilgisayar İşletmenliği (Etkin Bilgisayar Kullanımı ve Ofis Programları ile ilgili bir kurs) yazıldım, okullar açıldığında ise okulun Fitness salonuna yazıldım. Sanırım haftada 4 ya da 5 gün dersim vardı bazıları sabah 8.30 gibi başlayıp 17.30 gibi bitiyordu. Bazıları aralıklıydı aralarda birer ikişer saat olabiliyordu. Sanırım bir ya da iki gün ise 8.30 da başlayıp öğle 13.00 gibi falan bitiyordu. Neyse anlayacağınız, boş zamanlarım olabiliyordu.

Ders aralarında diğer insanlarla tanışıp sosyalleşiyordum. Uzun aralarda ise nadiren diğerleriyle takılıyor çoğunlukla doğrudan kütüphaneye gidip kitap okuyor, İngilizce çalışıyor, bazen ise derslere göz atıyordum. Haftada 3 gün temel muhasebe kursum vardı. 3 gün üst üste tam derslerin yoğun olduğu günlerin üstüne denk geliyordu. Hafta sonları ise sabahtan öğlene kadar Bilgisayar İşletmenliği kursum vardı. Kursların olmadığı günler ise derslerin tamamlanmasının hemen ardından salona gidip ağır bir egzersiz yapıyordum. Eve dönüşte ise yolda ya kitap okuyordum ya da müzik dinliyordum.

Ee anlayacağınız üzere pek öyle gitmedi ,aslında 1.5 ay falan gitti ama ondan sonra okul sonrası gittiğim muhasebe kursunda bayılmaya başlamıştım 😂 Tabi sonra mecbur bıraktım muhasebe kursunu, zaten baya ağırdı benim için. O kadar işle de birlikte gitmeyeceği için en iyisi oldu. En azından onu bırakınca diğerlerini devam ettirebildim 😅

Daha sonra muhasebenin pek bana göre olmadığını da anlamış oldum 😅 İş disiplini olarak gerekli ve önemli olsa da benim için aşırı da gerekli değildi. Önemli olan temel finansal bilgiler, tablolar ve tabi ki genel olarak Finans’tı. Finans bir işletmenin muhasebesel işlemlerini de karşılasa da daha çok yatırımla ve yatırımlarla ilgilidir.

Ve tabi ki daha da önemli aldığım ders insanın sınırlarını bilmesi gerektiğiydi. Zaten halen insanın sınırlılıklarının ne olduğu konusu benim için en büyük soru işaretlerinden biridir. Bu da yalnızca akıl yürütme ile ulaşılabilecek bir sonuçtan ziyade insana dair birçok disiplinin ve bilimin bir araya gelerek cevaplaması gereken bir soru bence.

Öyle olsa da bir şekilde hayatımızda denge kurmayı öğrenmemiz gerekiyor ve bu da yine tekrarlı deneyimlerle öğrenilebiliyor. Her insanın ortalama olarak sınırları doğum anında benzer olsa da insan değişen ve gelişen bir varlıktır.

İnsan sınırlarını sınırlayabilen bir varlıktır.

İnsan sürekli olarak kapasite geliştirebilen, evirilebilen bir varlıktır. Dolayısıyla sınırları da dinamiktir. Kime neyin zor, kime neyin kolay geldiğine bakılarak bile kimin hangi konuda ne kadar sınırlı olduğu üstünkörü ölçülebilir. Bu nedenle tekrarlı deneyimlerle sınırlarımızı tanımamız, öğrenmemiz ve bu sınırlılıklara neden olan asıl kök nedenleri bulup onları zayıflatarak özgürlüklerimizi genişletmeliyiz.

Genel olarak senelerim benzer geçiyordu, kursların yerini farklı kurslar, kitapların yerini farklı kitaplar, derslerin yerini farklı dersler alıyordu. Düzenim benzerdi. Onları zaten farklı bölümlerde detaylıca listeliyorum ve yenileri eklendikçe güncelliyorum oralardan takip edebilirsiniz.

Bunların dışında birinci sınıfın yazına doğru Diksiyon kursuna giderken yolda bir iş ilanı gözüme çarptı. Gayrimenkul Danışmanı arıyorlardı. Bende o ara ne yaparsam yapayım, ne kadar okursam okuyayım, ne kadar doldurursam doldurayım günümü bir türlü tatmin olmuyordum. Hatta hatırlarım bir ara Khan Academy’den JavaScript kursuna falan sarmıştım sanırım. İlginç bir dönemdi. Neyse içimde sürekli bir tatminsizlik duygusu vardı, sanırım çalışmam bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Şansımı deneyeyim dedim o ara girdim, iş ilanını sordum, yetkili kişinin orada olmadığını söyleyip kartını verdiler. Daha sonra ertesi gün tekrar gittim, zaten kurs merkezinin hemen yanıydı. Bu sefer ordaydılar detaylıca görüştük. Hayallerimden, hedeflerimden bahsettim, o işi neden istediğimden bahsettim. Sonra işe alındım ve gidip gelmeye başladım.

Müsait olduğum günler sabahtan gidip akşam 17-18 gibi falan çıkıyordum sanırım, tam hatırlamıyorum şuan. İşe, konuşmaları dinlemek ve gelen misafirleri götürüp evi göstermekle başladım. İş konuşmalarını dinlemek, nasıl iletişim kurduklarını görmek baya yararlıydı. Bunların dışında internetten ve sokak sokak dolaşarak sahibinden satılık evleri araştırıyorduk ve bulduklarımızla iletişime geçip onlara yardımcı olmayı teklif ediyorduk. Günler böyle geçiyordu.

🥻 PAZARCILIK DENEYIMI (2018)

Sanırım bir ay falan sürdü. Normalde planım uzun vadeli çalışmaktı, ama içimdeki bir an önce somut bir girişim yapma arzusu beni alıkoydu ve bir arkadaşımla da görüşüp ortak bir heyecana sahip olunca beraber pazarcılık işine girişmeye karar verdik.

Ufak bedeller ödeyerek büyük dersler almayanlar, derslerini büyük bedeller ödeyerek alırlar.

Neredeyse yaz tatili gelmişti ve artık tamamen odaklanabilecektik.

Öyle olunca ben oradan ayrıldım, arkadaşla birlikte nasıl başlayabiliriz, ne yapmamız gerek gibi soruları araştırdık. En son Kumburgaz’da bir gece pazarını bulduk sahibi ile anlaştık ve 3 aylığına kiraladık. Bayan kıyafetleri satacaktık. Mal alabileceğimiz yerleri bulup malları seçerek satın alıp yüklendik, başta malları arkadaşın evinde tutuyorduk. Daha sonraları yan tarafımızdaki tezgahta pazarcılık yapan arkadaşlar bizde müsait yer var koyabilirsiniz dediler, ondan sonra malları orada muhafaza etmeye başladık.

Burası bahsettiğim gibi gece pazarıydı, akşam 18.00 ‘den sonra falan pazar kuruluyordu. 18.00-19.00 gibi gidip tezgahı kuruyorduk. Sonra malları yerlerinden alıp tezgahı müşterinin ilgisini çekecek şekilde düzenlemeye çalışıyorduk. Ardından, gelen müşterilerin ihtiyaçlarını tam olarak anlamaya çalışarak onlara en uygun ürünleri sunmaya çalıyorduk. Arada bir ise işleri nasıl iyileştirebileceğimiz konusunda tartışırdık.

Sabahları da müsait olduğumuz için neden sabah pazarlarına da çıkmıyoruz dedik ve daha sonra, sabah pazarlarına da çıkmaya başladık. Sabah pazarına gidiyor, orası bitince çıkıp akşam pazarına gidiyorduk. Ne yapsak da bir türlü istediğimiz müşteri hacmine ulaşamıyorduk, satışlarımız kötü gidiyordu ve bu kadar iş yüküne ve fiziksel yorgunluğa rağmen istediğimizin karşılığını alamamamız ruhsal olarak da oldukça yıpratmaya başlamıştı artık. İşte bir müddet sonra o kadar iş yüküne rağmen tam olarak istediğimizi de elde edemeyince sabah pazarını salmaya karar verdik.

Açıkçası söylenildiğine göre akşam pazarı bizden önce mi, bir iki sene önce mi emin değilim, tıklım tıklım dolu oluyormuş. Ne var ki bizim olduğumuz sene insanlar adeta doğru düzgün gelmez olmuştu. Bir avuç insan vardı gelip giden, onlar da genelde yaşlıydı ve ucuz mal peşindeydiler, bizde ise daha ziyade genç ve orta yaşlı bayanlara yönelik kaliteli ürünler bulunduğundan adeta pazarın tam tersi yönde konumlanmıştık. Ama o yönde de konumlansak, bunu yapan birçok kişi vardı ve yeni geldiğimiz için rekabet etmek oldukça zor olurdu. Çünkü çok ucuza toptan mal alıyor oldukça ucuza satıyorlardı, bizim öyle bir bağlantı bulabilmemiz ve o hacimde bir mal almamız oldukça zordu. Anlayacağınız pazara birçok giriş engeli vardı. Sonuç olarak bizim kitlemize dair sirkülasyon da oldukça düşük olduğu için ne yapsak da onlara ulaşmak zordu. Bir ara internete girelim dedik, ama atalete yenik düştük. Sanırım ikimiz de o konuda yeterince istekli değildik ki eyleme geçemedik. Her nasılsa bir şekilde en sonunda kısmen zararla kapatmak zorunda kaldık. Ama açıkçası kendi adıma önemli dersler aldığımı düşünüyorum:

Pazarcılık Deneyiminden 10 Önemli Ders

  1. Bir sorunla boğuşuluyorsa ilk önce yapılması gereken, kesinlikle o sorunun net bir şekilde tanımlanmasıdır. Aksi taktirde yanlış sorun tanımı eldeki kaynakların da yitirilmesine neden olur.

    O sıralar amatör olduğumuz için tam olarak neyin neyden kaynaklandığını analiz etmekte sıkıntı çekiyorduk sanırım ve bazı sorunları yaygın nedenlere bağlıyorduk. En basit örneği, satış olmamasının fiyatlara bağlanmasıdır ve bu gerçekten en kolay şekilde düşülebilecek hatalardan biridir. Fiyatlandırma oldukça önemlidir ve değerini doğru şekilde tespit etmediğimiz, edemediğimiz her bir varlığın eksik bedelini kendi cebimizden öderiz ve bu bizi her fırsatta sorunun fiyatta olduğuna inandırma eğilimindedir.

    Eğer elinizde kaliteli bir mal varsa ucuz mallara talep oluyor diye fiyatınızı indiremezsiniz, aksine bazen yükseltmelisiniz ki gerçek değerini görsün. Biz ise çoğu zaman bu hataya düştük ve fiyatı indirmek zorunda kaldık, sonunda kâr oranımız düştü ve nakit akışımız dara girmeye başladı.

  2. İşlemlerin kayıtlarını tutmak, alış satış fiyatlarına bakmak, gelir gideri takip etmek, nakit akışını izlemek ve kontrol etmek, belirli bir kâr oranının altında ticaret yapmamak gibi altın kurallar vardır.

    Bir işletme için “Nakit akışı vücuttaki kan gibidir. Tükenmeye başladığında yeni kan bulunamazsa ölüm kaçınılmazdır.

    İflas nakit çıkmazını kapıda bekler.

    Bu belki de batmamızın en önemli nedenlerinden biriydi. Tembellik yapıp neyin satılıp alındığını tam olarak izlemeyip sadece elimizdeki paraya bakınca normal olarak performansımızı da net bir şekilde takip edemez olmuştuk. Satışlar yetersizdi, fiyat indirimine gidiyorduk, bu satış miktarına da yansımayınca kârdan götürüyordu. Kârı törpüleyen bu durumun üzerine diğer maliyetler de binince bir yerden sonra adeta anaparadan yemeye başlamıştık. Nakit akışı eksiye dönmüştü yani. Aynı stratejide devam etmek ise ancak bitmemize yol açardı.

    Genel olarak yaptığımız şey mal satın almak, satmak, gelen parayla tekrardan mal almaktı. Yeterli bir kâr oranının üzerinde çalışmadığımız için bu kârlar da maliyetlerin altında ezildi ve zamanla kendini yok eden bir kurguya dönüşmeye başladı. Böyle olunca da net bir çözüm bulamadığımız için bırakmak zorunda kaldık. Kalan malları karşı tezgahtaki satıcıya çok cüzi bir rakama toptan bir şekilde satıp parayı bölüşüp yolumuza baktık…

  3. Sorunun mallarda olduğunu düşünüyorsanız, sorunun malda olup olmadığını deney yoluyla öğrenmek için malları hızlıca ucuzdan veya maliyetinden satarak değişim yapabilirsiniz. Tabi ki deney sonrası bu indirimin normal satışlara ne kadar etki yaptığı önemlidir. Eğer bu indirim satış hacminde çok ufak bir oranda değişiklik yapıyorsa uygulamaya değmez. Bu durumda daha sonraki süreçlerde bu stratejiden kaçınmak daha yararlı olacaktır.

  4. Ne olursa olsun bir işe girilmeden önce pazar iyi analiz edilmeli, hedef kitle iyi tanınmalı, ürün/pazar uyumuna bakılmalı, genel maliyet kalemleri hakkında bilgi edinilmeli, pazara giriş engelleri gibi bir çok iç ve dış faktörler analiz edilerek tüm stratejiler ilk başta yapılacak detaylı araştırmalara dayalı olarak sağlam bir plan üzerine inşa edilmelidir.

  5. Önünüzden geçen kalabalığın dikkatini çekemediğiniz sürece asla satış yapamazsınız. Her şeyin başı dikkat çekmektir. Dikkat çekmek için elinizden geleni yapın. İsterse saçma algılanacak bir durum olsun, önemli olan ilk önce dikkat çekmek daha sonra bu durumu sempati yaratabilecek bir yönde evirebilmektir. Satış ihtimali ancak sizinle etkileşime girildikten sonra doğar. Fark edilmeyenin hiçbir değeri yoktur. Fark edilmek için fark yaratın. Olumlu ya da olumsuz. Olumsuz olarak bile fark edilmek yönetilebildiğinde oldukça değerlidir, bu durumu olumlu yöne evirebilirsiniz. En kötü durum ise asla fark edilmemektir.
  6. Size sempati yaratabilecek tüm olumlu ve güçlü yanlarınızı ön plana çıkarın. Bu size olan farkındalığı ve satış ihtimalinizi arttıracaktır.

    Mesela bizim imajımız kendi kendine yetmeye çalışan üniversite öğrencileriydi. Sırf bunun için bile merhamet ve sempati duyguları ile destek amaçlı çok defa satın alım yapan kişiler oldu.

  7. İkna kabiliyeti oldukça önemlidir, bunun için de kişilerarası becerilerinizin gelişmesi gerekir. İnsanların görünüşlerini ve beden dilini okuyabilme, sözlerinin arkasındaki temel güdülenme ve çekirdek arzuları keşfedip bununla ilişkili ürünü nokta atışı sözlerle sunmak satışa götüren en temel durum ve beceridir.

  8. Sosyal ve dışa dönük olmak her daim fırsatlarınızı arttırır, bir takım riskleri beraberinde getirse de bunları yönetmeyi öğrendiğinizde kontrol daima sizde olacaktır.

    Mevcut pazarın konumuna ters bir yerde oturduğum için o yöne gidecek satıcılar ile konuşuyor, anlaşıyordum. Bu durum çoğu zaman karşılıksızken, nadiren de olsa gece kapanışta rafları düzenlemek, bir takım eşyaları asmak gibi yardımlar karşılığında da olabiliyordu. Böylelikle taksiye binmeme veya herhangi bir ücrete gerek kalmadan eve dönebiliyordum. Ayrıca birçok farklı kişilik tiplerini tanımak, farklı hikayelere tanık olmak da cabasıydı.

    Sormadan asla bir şeyin sizin olup olamayacağını, hayatınıza katkı yapıp yapamayacağını bilemezsiniz. Hatta bu fırsatın ne derecede katkı sağlayacağını, nasıl zengin bir deneyimin sizi beklediğini hayal bile edemezsiniz. Zaten budur çoğu zaman bizi eyleme geçmekten alıkoyan. Sormak, talep etmektir. Talep etmeyenin hiçbir şey ayağına kolay kolay gelmez. Hayat eylemler yumağıdır, konfor ortamınızdan dışarı attığınız her adım konfor ortamınızı genişletir. İçinde kaldığınız her an ise sahip olduklarınızı da kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyasınızdır. (Detaylıca konuşacağız.)

  9. Basmakalıp yargılarla asla kimseyi yargılamayın. İnsanlar asla tek tip değildir. Aksine oldukça karmaşık ve çok yönlüdür. Görünüşleri bir takım semboller aracılığıyla çeşitli anlamları iletse de, kişi bu görünüşün altına gizlenmiş olabilir ya da sadece o şekilde görünmeyi tercih edip tamamen zıttı bir zihniyet ve bakış açısı da taşıyor olabilir. Ayrıca insan dinamik ve sürekli değişen bir varlıktır. Düşünceler bir akış içerisinde sürekli olarak diğer görüş ve düşüncelerden etkilenebilirken, fiziki görünüş çoğu zaman ancak radikal kararlardan sonra şekil değiştirir. Bir imaj, bir görüntü bugün değiştireyim diyerek değiştirilen şeyler değildir ve bir takım görünüşler ise istense de değiştirilemeyebilir. Bir takım harici baskılar veya değişimin acılı ve zorlu oluşundan ötürüdür bu durum. Ve şunu unutmamak gerek, bir şey insanda ne kadar kökleşmişse değişimi o kadar zordur. Tıpkı kök salan bir ağacı yerinden sökme isteği gibi. İşte bu gibi nedenlerle kişi bir çeşit görünürken içten içe bambaşka bir kişi olabilir. Beklentiler, temel olarak semboller üzerinden alınan anlamlarla şekillense de hep bir soru işareti bırakmakta fayda vardır. Yani etkileşimde bulunacağınız kişinin bambaşka bir insan olabileceği düşüncesini de zihninizde bulundurmanız yararlı olur.

    Bununla ilgili anım ise pazarda tanıştığım, yaşça büyük bir bayanın “punk” bir görünüşte olmasına rağmen İslamiyet’te şart olan beş vakit namaz kılma farzını yerine getirme çabasına tanık olmamdı. Taban tabana zıt olan bir görünüş fakat aynı kişi üzerinde bulunmaktaydı. Tabi ki bunun gibi birçok farklı durum ve kişiler olsa da bu durum gerçekten bende aydınlanma durumu yaşatmıştı diyebilirim.

  10. Bir ya da birkaç arkadaşınızla ileride büyük işler yapmayı düşünüyorsanız, şimdiden birlikte bir takım küçük işlere girişin. Böylelikle düşük bir maliyetle arkadaşlarınızı daha iyi tanır, daha büyük işlere girip girmeme kararını ona göre verirsiniz. Gündelik hayatta yakın arkadaşlarınızın çoğunlukla iyi ve hoş taraflarını görürsünüz, beraber kriz yaşama ihtimaliniz daha düşüktür. Oysa bir işe birlikte giriştiğinizde artık önemli bir sorumluluğu paylaşıyorsunuzdur ve bazen işler çıkmaza girdiğinde gerilebilir, krizler yaşayabilirsiniz bu noktada birbirinizi nasıl dengelediğiniz, birbirinize ne derece yardımcı olabildiğiniz ya da ne derece zarar verdiğiniz netleşebilir. İşin içine para, diğer insanlarla olan ilişkiler de girince artık farklı bir bağlamda birbirinizi daha yakından tanıma şansı yakalamış olursunuz. Böylelikle arkadaşlarınızın da hiç görmediğiniz taraflarını da tanımış olur ve gelecek ilişkileriniz ile ilgili kararlarınızı bu ilişkinin yönüne göre verebilirsiniz. İlişkinin devamı bu zorlu süreci ne kadar birbirinizi destekler ve kaliteli bir biçimde yönetebildiğinize bağlı olacaktır.

❌ Yurt Dışına Çıkma Girişimi – I. MISIR (2019)

Artık ikinci sınıftaydım ve mutlak bir gereklilik olan İngilizce’deki eksikliğimin rahatsızlığını da daha derinden hissediyordum. Çünkü planım en iyi staj programlarının aradığı nitelikleri, en azından üçüncü sınıfa kadar kendimde tamamlayıp ardından kalan zamanda bolca staj yapmaktı. Ayrıca yurt dışına çıkmak birçok sorunu da beraberinde getireceği ve uyum kabiliyetlerimi de geliştireceği için, kendi başına da oldukça önemli bir değerdi. Bunun için çoktan araştırmalara başlamıştım, en sonunda yurt dışında staj ve sosyal sorumluk gibi çeşitli hizmetler sunan ve nispeten ekonomik olan AIESEC’ i buldum.

İrtibata geçip geçerli bilgileri edindikten sonra yalnızca bir takım ülkelere gönderim yapabildiklerini öğrendim. Özellikle Ukrayna, Mısır, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerdeki projelere yönlendirme yapılıyordu. Brezilya’ya biletler oldukça pahalıydı. Başta Ukrayna’ya meyil etsem de İngilizce pratiğim yeterli gelmemişti. Ona rağmen bu mülakat süreçlerinde bilmediğim birçok kavramla karşılaşmak ve kendini ifade etme zorunluluğu bana İngilizce seviyemi daha fazla geliştirebilmek için bir ivme kazandırmıştı açıkçası. Daha sonradan Mısır’da çocuklara resim öğretmenliği tarzı bir pozisyon için sosyal sorumluluk projesi vardı, ona yönelmiştim. Mülakat süreçlerini de geçip kabul almıştım. Bu ortalama 1,5 ay sürecek ve Yeni Kahire civarlarında olan bir projeydi.

Özellikle Mısır’a gitme isteğimin altında çölü deneyimleme, muhteşem antik yapıları görme, Arap kültüne tanık olma, farklı zorlu bir maceraya atılma, farklı kültürlerden insanlarla tanışma ve özellikle İngilizce pratiği yapma ve en azından gündelik işleri çözebilecek seviyede Arapça öğrenmek gibi motivasyonlarım vardı. Hatta gideceğim için aylar öncesinden bir Arapça çalışma kitabı ve birçok uygulama aracılığıyla çalışmaya başlamış, harfleri ve birçok gündelik terimleri çözmüştüm bile. Bir taraftan süreçleri yönetirken bir taraftan ise çalışmayı yürütüyordum.

Otel rezervasyonu ve uçak bileti gibi son aşamaya kadar tüm evrak işlemlerini tamamlamıştım, sıra vizeye başvurmaktaydı. Tam vizeye başvurduğumuz süreçte eski Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin vefat etmesi ve Türkiye’de başta cumhurbaşkanı olmak üzere birçok üst düzey politikacı tarafından Mısır’ın darbe ile gelen başkanı Abdel Fattah al-Sissi’nin eleştirilmesi sonucu karşılıklı ilişkiler oldukça bozmuştu. Bu da maalesef doğrudan bize yansıdı.

Normalde Haziran ayı civarlarında orada olmamız ve Ağustos’un sonlarına doğru dönmemiz gerekiyorken defalarca gidip gelmemize, saatlerce 6-7 metrekarelik bir alanda güneşin altında saatlerce sıra beklememize rağmen bir bildirim yapılmadı. En nihayetinde, projenin bitiş tarihinden sonra, yani 2-3 ay sonra arkadaşıma dalga geçer gibi gelin vizenizi alın denildi, bana zaten o mail bile gelmedi 😂 Yani anlayacağınız politik bir krizin ortasında kalmıştık ve faturası bize kesildi.

Uçak biletlerini ise son anda arkadaşlarımızdan birinin, şirketin gideceğimiz gündeki bir aksaklık nedeni ile iptal alıp geri ödeme yaptığını bildirmesi sayesinde neredeyse 4 kişi biletlerimizi kurtarabilmiştik. Arapça konusunda ise gidemeyeceğimizi anladığımda artık onun da pek bir anlamı kalmamıştı. Temel çalışma motivasyonumu tamamen kaybettiğim için çalışmayı da terk ettim ve şimdi sorarsanız neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum :’)

Böylece normalde birlikte Mısır’a gideceğimiz arkadaşlarımız ile bu yaz ayında orada olamayacağımızı anlamış, öncesinden gidemezsek ne yapabiliriz diye planlamış ve arkadaşlarımızdan birinin şirketinde satış işine girmeye karar vermiştik.

🏗 Alüminyum, Ankraj Satışı Deneyimi (2019 – 2. Sınıf Yaz)

Bu, alüminyum ferforje, cam balkon, ankraj ve sineklik üretimi yapan bir B2B özelinde bir firmaydı. Patentli yeni bir tür ankraj geliştirmişlerdi, ürünlerini pazara tanıtmayı ve satışlarını arttırmayı planlıyorlardı. Biz de bu dönemleri daha çok gelişim amaçlı olarak gördüğümüzden kendimizi geliştirebileceğimiz, zamanımızı dolu dolu geçirebileceğimiz ve bir miktar para kazanabileceğimiz bir yer arıyorduk ve işe başladık.

Şirketin logo, kartvizit, broşür gibi çeşitli kurumsal ihtiyaçları ile de daha çok ben ilgileniyordum. İşe hatta oradan başladım diyebilirim. Daha öncesinde bu konularda deneyimsizdim, süreçte araştıra uygulaya öğreniyor ve ilerliyordum. Grafik Tasarım ile ilgili pratiğimi geliştirmek ve çeşitli içgörüler edinmek için de iyi bir fırsat edinmiştim ve önemli dersler aldım diyebilirim.

  1. Her ne kadar sineklik kategorisi için seçilen marka “Siineklik” şeklinde olması benim inisiyatifimde olan bir şey olmasa ve o zamanlar farkında olmasam da marka ismi olarak “jenerik isim” seçmenin oldukça büyük bir hata olduğunu zamanla hem deneyimlerimden hem de okuduğum kitaplardan öğrendim. Jenerik isim seçtiğiniz zaman insanlar markanıza baktığında, bir firma isminden ziyade genel bir kategori ismi algılarlar. Böyle olunca yaptığınız gerçekleştirdiğiniz iletişim çabalarının çalışmalarının çoğu bir hiç olabilir. Bu nedenle markayı doğru konumlandırmak ve inşa etmek oldukça önemlidir.

  2. Tasarım ve estetik tabi ki önemlidir ama her şeyden daha önemli bir şey vardır o da karşı tarafa iletmek istediğiniz mesajı açıkça iletebilip iletemediğinizdir. İlk amacınız mesajınızı doğru ve net olarak belirlemek ardından mesajınızı açıkça karşı tarafa aktaracak ve karşı tarafın ilgisini çekecek tasarımı gerçekleştirmektir.

  3. Fiyat dengesi oldukça önemlidir, belirlenen fiyat eğer sunulan değerin üstündeyse bu tüketiciler tarafından açıkça hissedilir ve o yönde davranılır. Fiyat değerle eş değer seviyelere çekildiğinde ise genelde kârı törpüler bu durumda ya maliyetler düşürülmeli ya da aradaki değer açığını kapatacak faaliyetler ve faydalar geliştirilmelidir.

  4. Piyasa fiyatı oldukça önemlidir. Hangi pazarda olursanız olun kendinizi pazardan bağımsız düşünemezsiniz ve firmaların çoğu fiyatta rekabet ettiği için çoğu zaman bu durumda rekabet etmek zordur. Öyleyse maliyeti düşürürken uzun vadede eşsiz bir değer yaratarak farklılaşmak sürdürülebilir bir kârlılık için en sağlıklısı olacaktır.

Genelde işimiz belirli bir rota üzerindeki şirketleri belirleyip teker teker uğrayarak sineklik ve ankraj modellerini tanıtmak ve fiyat vermek şeklindeydi. Rekabet baya çetindi açıkçası. Çok fazla çaba, istikrar ve tekrarlı görüşmelerle ilişki geliştirmek gerekiyordu. Bu da ancak uzun vadede olabilecek bir şeydi. Biz ise yalnızca yaz için oradaydık. Pazara da yeni girdiğimiz için tam olarak karşılığını alamadık açıkçası.

Ara sıra sokaklara çıkıyor kalabalık sokaklarda, meydanlarda, insan yoğunluğunun olduğu her yerde elden broşür dağıtıyorduk. Hatta bir çılgınlık yapıp 2019 İstanbul seçimleri sürecinde ilgili partilerin aksesuarlarını kuşanarak miting alanı girişlerinde broşür dağıttığımız olmuştur 😁 (Fotoğrafları bulursam yine buraya da eklerim.)

Daha sonraları şantiyelere alüminyum ferforje, cam balkon, pimapen gibi işlerini alabilmek için uğruyor sorumlu kişi ile görüşüp detayları alarak ilerleyen günlerde fiyat veriyorduk.

Bu şekil de bir yazı daha tamamladık ve yaz sonlarına doğru ayrılıp kendi kişisel çalışmalarıma devam ettim.

Üretim sektörü oldukça kanlı bir sektör, kızıl okyanus diyebiliriz, tabi eğer orijinal ve/veya tekeli sizde olan ve talep gören bir ürün üretmiyorsanız. Eğer hali hazırda herkesin ürettiğini üretiyorsanız tek yapabileceğiniz maliyette rekabet etmektir. Bu da aşırı yıpratıcıdır. Orijinal bir ürününüz olsa dahi eğer yıkıcı bir yenilik veya net avantajlar getirmiyorsa pazara nüfuz etmek zordur. Çünkü insanlar belirli iş ortaklarıyla çalışır ve karşılıklı olarak ilişki geliştirirler, bu da karşılıklı avantajlar demektir. Sizin bu avantajlardan ve faydalardan daha fazlasını sunmanız gerekir ki bulundukları kurguyu terk edip sunduğunuz faydalar karşısında riskleri göze alıp size gelebilsinler. İnsanlar pragmatik varlıklardır, hele ki söz konusu eğer iş dünyası ise en çok pragmatizmin sesi duyulur. Aksi durumda doğal seçilim boy gösterir ve organizasyonları yoğun bir hiçliğe sürükler. Bir işletmenin temel ve nihai amacı ancak yüksek değer yaratmaktır ve atacağı her adımı bunu göz önünde bulundurarak atmak durumundadır. Eğer atacağı adımlar yarattığı değeri büyütmüyor, zenginleştirmiyor ise bu ancak tersi bir etki yaratır çünkü yatırım, dolayısıyla kısıtlı kaynaklar söz konusudur

❌ Yurt Dışına Çıkma Girişimi – II. AMERIKA (2020 / WORK & TRAVELHukuki Problemler)

Daha önceden bahsettiğim gibi, normalde üçüncü sınıfa kadar hatta en geç üçüncü sınıfın sonuna kadar İngilizce seviyemi ileri seviyeye getirmek gibi bir hedefim vardı. Bu amaçla incelediğim çeşitli yurtdışı programlarından en çok ilgimi çekenlerden biri de Work & Travel ‘dı. Work & Travel adından da anlaşılacağı üzere çalışmak ve seyahat etmek üzerine olan bir programdır. Çoğunlukla belirli şartları sağlayan üniversite öğrencilerine Amerika’da garsonluk, kasiyerlik, housekeeping, satış elemanı, cankurtaranlık gibi pozisyonlarda çalışma aracılığıyla daha düşük maliyetlerle Amerikan kültürünü görme, dilini geliştirmek gibi kişisel gelişim fırsatlarını belirli bir danışmanlık ücreti karşılığında sunar.

Okula başladığımdan beri en çok gerçekleştirmek istediğim amaçlarımdan biri de Erasmus+ yapmaktı. Bunu yapabilmek için ise burs kazansanız bile belirli bir miktarda paraya sahip olmanız gerekiyor ve bu miktar o tarihlerde ortalama olarak 2000-3000 $ arası bir paraydı. Ben de bu miktarı birikim, çeşitli yatırımlar ve bir takım aile desteği ile tamamlamıştım. Work & Travel için de yine benzer miktarlarda bir para gerekliydi. Bunu Erasmus+ için tutuyordum ama bir taraftan okul bitmeden Amerika’ya gidip çok fazla çalışıp sonrasında bolca gezip benzer miktarda bir para ile dönme ihtimali her ne kadar zor olsa da girişmeye değer gözüküyordu. Böyle olunca o yaz Work & Travel programına katılmaya karar verdim ve hemen araştırmaya koyuldum.

İstanbul, Beşiktaş civarında daha önceden uğramış olduğum bir danışmanlık şirketine gittim, normalde önceki kayıt tarihlerine göre erken bile gitmiştim. Ancak vardığımda karşılaştığım kontenjanın neredeyse dolacak olduğu ve çoğu işlerin alındığı şeklindeydi, birkaç tane kalmıştı. Bunlardan Texas’ın kıyı şehirlerinden birindeki bir oteller zincirinin restoran bölümünde olan bir iş cazip görünüyordu, danışmanın da tavsiyesi ile onu almıştım. Daha sonra kontenjan sınırlı olduğundan ve yalnızca bir düzine iş kaldığından onu da riske atmak istemiyordum. Artık bir an önce yurtdışına çıkmak ve bir yazı daha kaçırmak istemediğimden kısa zaman içerisinde ön kayıt ücretini ödedim, ardından ise kalan ücreti. Daha sonra İngilizce mülakatı ve bir müddet sonra video görüşme aracılığıyla işveren ile de mülakat yapmamın ardından vize aşamasına geldiğimde pandemi (Covid-19) baş göstermeye başladı, gittikçe kuvvetlendi ve en sonunda tüm seferler iptal edilene, sınırlar kapanana kadar ilerlerdi. Böyle olunca maalesef, bu yaz planı da iptal oldu. Yalnızca gidemesem yine iyiydi aynı zamanda Erasmus+ için tasarruf ettiğim param da içeride kalmıştı…

Pandemi’den ötürü tüm danışmanlık firmaları önemli bir kriz yaşadılar aslında, ama en kötü yansıması yine öğrencilere oldu. Kötü giden ekonominin etkisiyle açılan kur farkı da öğrencilerin sırtına bindi. Yararlanamadıkları bir hizmet için belirli bedeller ödemek zorunda kaldılar. Ben de bunlardan biriydim, daha sonra hakkımı aramak için konuyu yargıya taşıdım.

Danışman firma ile görüştüğümde ancak ön kayıt ücretinde kesinti yaparak geri ödeme yapabileceklerini ya da seneye aktarabileceğimi söylediler. Oysa ortada mücbir bir sebep vardı, bu durumun da ne kadar süreci belirsizdi, bu nedenle paramı tam olarak geri talep ediyordum. Birçok görüşmeden, karşılıklı ihtarnamelerden sonra konuyu mahkemeye taşımayıp uzlaşmaya çalışsak da anlaşamadık. Ben geri adım attıkça onlar taleplerini arttırıyorlardı, en sonunda sen bize TL olarak ödemişsin ödediğin günün kurundan ödeme yaparız dediklerinde mahkemeye başvurdum. İlk önce arabulucuya yönlendirdiler, daha sonra telefon aracılığıyla görüştükten sonra anlaşamadığımız şeklinde bildirim yaptık ve arabulucunun ilettiği dosya ve durumumu izah eden bir dilekçe ile Tüketici Mahkemesi’ne müracaat ettim.

Bu süreçlerde aynı zamanda Erasmus+ sınavına girmiş, burslu bir şekilde gitmeye de hak kazanmıştım ve maalesef Erasmus+ tarihleri ile duruşma tarihi çakışıyordu. Mahkemeye durumumu bildiren bir mazeret dilekçesi ve ilgili belgelerle başvurdum. Neyse ki ertelendi ve duruşma tarihi döneceğim tarihten 1 ay sonrasına verilmişti.

Döndüğüm zaman duruşmaya girdim. Karşı tarafın avukatlarından biri gelmişti, hakimin sorduğu sorulara karşılıklı olarak cevap verdik, hakim duruşmayı bir ay sonraki bir tarihe erteledi. O gün geldiğinde mahkemeye katıldığımda, karşı taraf gelmemişti. Hem telefondan hem online olarak aransalar da karşı tarafa ulaşılamadı. En sonunda karar verildi, hakim ödediğim paradan SEVIS ücreti olan 35$ haricinde kalan tüm paranın ihtarname çektiğim tarihten başlamak üzere dolar cinsinden açılan bir yıllık mevduata işletilen en yüksek faizi ile birlikte, mahkeme masraflarının da çoğu dahil olmak üzere tarafıma geri ödenmesine karar verdi. Daha sonra karşı taraf İstinaf Mahkemesi’ne başvurdu, ben de elimden geldiğince hazırlayarak dosyalarımı mahkemeye sundum. Halen devam ediyor bakalım ne zaman sonuçlanacak bu süreç… (09.01.2022)

Sürecin devamı hakkında buradan sizleri de bilgilendireceğim.

😷 PANDEMI DÖNEMI (3. ve 4. Sınıf)

2019 yılının sonlarına doğru ortaya çıkan COVID-19 virüsü normal yaşam akışını tamamen sekteye uğrattı. Ortaya çıkan salgın uzunca bir süre sosyal ilişkileri içeren her türlü etkinliğe yasak getirilmesi ve insanların olabildiğince evlerinde tutulması ile sonuçlandı. Sorunlar topluluğa karışmadan uzaktan ve temassız bir şekilde çözülmeye çalışılırken artık her şey daha fazla dijitalleşmeye başlamış, eğitimler ve işler uzaktan çalışma sistemine dönmüştü. Uzunca bir süre dört duvar arasında olan insanlar, daha önceden belki de hiç karşılaşmadıkları bir durumun içine düşmüş, dışarı ile ilişkilerini kesmek durumunda kalmış ve dış dünyadaki rutinlerini içeri taşımak zorunda kalmışlardı. Tabi olağanca…

Günler, gün geçtikçe daha da sıradan hale geliyor, birbirine benziyor, tüketilmiş bir ortamda yaşam sürmeye çalışmak adeta insanı tüketiyordu. Öncesinde her gün birçok farklı insanı, farklı mekânları, farklı olay ve durumları gündelik akış içerisinde görüp bunlardan beslenirken artık tüketim yalnızca evin sınırlarından ibaretti. Kaç kişi vardı, ilişkilerimiz nasıldı, bu sınırlar içerisinde farklı neler yapılabilirdi, gündelik rutinlerimiz ev ortamına ne derece uyuyordu ? Bu gibi sorular, bu süreci ne derece yönetebileceğimizi ve nasıl vakit geçireceğimizi önemli ölçüde etkiliyordu.

Pandemiden önce oldukça verimli ve yoğun bir hayata sahiptim. Hafta içi okula ve spora gidiyor, kalan zamanlarda arkadaşlarımla sosyalleşiyor, bir takım etkinliklere katılıyor, kitaplar okuyor, çok aktif ve odaklı bir şekilde çalışarak kaliteli vakit geçirebiliyordum. Lakin COVID-19 ortaya çıktıktan ve eve kapandıktan sonra tüm kurs, okul ve benzeri kurum ve kuruluşlardan uzak kaldım maalesef. Oysa örgün kurslar benim için oldukça önemli beslenme kaynaklarıydı. Bunun yanı sıra, okulda aktif olarak derslere katılmam, etkileşimli derslerle ile kendimi gerçekleştirmem ve sürekli bir öğrenme süreci içinde olmam beni oldukça motive tutuyordu. Bu enerji ile ardından gelen herhangi bir işi keskin bir zihniyetle çözebiliyordum. Ama korona gelip çattıktan ve içeri kapandıktan sonra ne yazık ki tüm bu uyaranlardan mahrum kaldım. Bunun farkına varmadan aynı tempoda ilerlemeye çalıştığımda ise hepten süreçte düşmeye başlamıştım. Aynı çalışma seviyesinde ilerlemeye çalışıyor, bir yere kadar gidip tıkanıyor ve yapamadığımı görmek beni hepten demoralize ediyordu. Ta ki kendimi bitirene, tamamen eylemsizleşene kadar bu süreç böyle devam etti.

Ne kadar başaracağım derseniz deyin, buna olan inancınız yalnızca karşılaştığınız sorunların üstesinden gelip gelemeyeceğiniz tarafından şekillenir.


Muktedirlik yalnızca başarı sonucu hissedilen bir duygudur, yalnızca o sizi daha fazlasına talepkâr kılar ve size daha fazla eylem gücü verir.

Çok sonradan bu verimsizliği doğuran faktörlerin gündelik hayattaki uyaranlardan uzak kalmanın ve sosyal enerjinin tükenmesi sonucu olduğunu fark ettim. Sosyal enerji ve özellikle uyaranlar benlik algısı ile oldukça ilişkili ve önemliydi. Toplum içerisinde kendinizi yetkin hissetmeniz ise gündelik enerjinizi arttıracak ve eyleme geçme gücünüzü sivrileştirecektir. Böylelikle daha aktif ve verimli olabilirsiniz ancak bunlardan mahrum kalmaya başladığınızda ruhsal enerjiniz bir süre sonra çöküntüye uğramaya başlayacaktır. İnsanlar tekil ve bireysel varlıklar değildir. Aksine toplumsal ve bir arada yaşayan, kendini ifade etme, anlaşılma, taktir görme, sevme ve sevilme gibi birçok sosyal ihtiyaçlara da sahip varlıklardır ve toplumsallığın dışında bu duyguların bastırılarak yaşanması yalnızca kişiye zarar verir. Elbette kişisel köklü motivasyonlar sosyalliği bastırmada zaman zaman başarılı olsa da bir süreye kadar devam etmekte, bir yerden sonra verimsizliği doğurmaktadır. En azından haftada bir kere de olsa farklı bir mekânda sevilen insanlarla kaliteli vakit geçirmek kişisel enerjiyi de verimliliği de oldukça arttıracaktır. Aksi taktirde tükenmişlik sendromu kaçınılmaz olarak kendini gösterecektir. Bu süreçte aldığım en önemli dersler belki de bunlardı.

Uyaran konusuna açıklık getirecek olursak gündelik olarak maruz kaldığımız her türlü durum bizde bir karşılık bulur. Olumlu ya da olumsuz bazen ise nötr. Sonuç olarak ruh halimize ve düşüncelerimize etki etmektedirler ve bu şekilde bunlardan beslenmekteyiz de diyebiliriz. Mesela kendi açımdan örnek verecek olursam, İstanbul büyük bir şehir ve yolculuk sırasında dahi olsa birçok farklı kişilik tipini, birçok farklı sosyal statüdeki insanları görebilmektesiniz. Ben bunların çoğuna tanık olduğumda; mesela durumu benden kötü olanları gördüğümde kesinlikle bu duruma düşmemeliyim diyerek ve içinde bulunduğum konuma nasıl geldiğimi göz önünde bulundurarak içsel bir motivasyon yaratabiliyordum veya kendimden daha iyi konumda olanları gördüğümde benim bu kişilerden herhangi bir farkım yok, hatta çok daha güçlü yanlarım da var ve kesinlikle onlardan daha iyi olmalı ve daha fazlasına sahip olmalıyım diye telkin vererek içsel motivasyon yaratabiliyordum. Tabi bu süreçler daha çok bilinçdışı oluyordu, bunları korona döneminden sonra sorgulamalarla fark etmiş bulundum. Artık dışarı çıktığımda bunların da farkındaydım. Çünkü bazen bazı şeyler sürekli gözünüzün önünde bulunduğunda alışıyorsunuz, orada olduğunu bile fark etmiyorsunuz ta ki yok olup bir değişiklik yaratana dek. İşte o zaman zıtlık etkisi ile fark edilebiliyor. Aslında bu farkındalığı da korona günlerinden günler sonra dışarı çıktığımda fark etmiştim özellikle bir galeri önünde.

Edindiğim farkındalıkları da anlattıktan sonra isterseniz biraz süreci nasıl yönettiğimden bahsedeyim:

Aslında pek yönetebildiğimi söyleyemem, ilk defa başına gelen her birey gibi ben de yıprandım çoğu zaman. Özellikle uyku problemi büyük bir sıkıntıydı. Ya her ne kadar uyumaya çalışsam da bir türlü gece yarılarına kadar uyuyamıyor, gündüzleri ise uyuyamıyordum. Defalarca düzen kurmaya çalışsam da bir türlü başaramadım. Normalde zaten uyku düzeni kurmak muzdarip olduğum bir konuyken bu süreçte katiyen kontrol edilemez hale gelmişti ve normalde başımı koyduğum gibi uyuyabiliyorken kesinlikle uyuyamıyordum, uyumam saatler alıyordu. Bu baya sürdü ya belki 3 -4 ay sürmüştür. Gerçekten kötüydü. Belki de gelecek kaygısı, ekonomik sıkıntılar, sosyallikten mahrumiyet, birçok çeşitli farklı sıkıntılar bunu körüklemişti bilemiyorum ama her nasılsa bir şekilde kurtuldum, belki de daha iyi bir kurguya gireceğime dair bir takım umutların sonucu olmuştur, net bir şekilde hatırlamıyorum.

Bu süreçte başta spora evde devam etse de daha sonradan evime yakın yeni açılan bir kulüpte Taekwondo’ya devam etmeye karar verdim. Başlarda haftanın 3 günü giderken 4-5 ay sonrasında artık haftada 6 gün gider olmuş ve oldukça aktif olarak spor yapıyorduk, tam olarak beslenemediğim için normal olarak o kadar kardiyo yoğun egzersizlerden sonra fiziken zayıflamaya başlamıştım, aynı zamanda o süreçte Work & Travel sorunları ile uğraşmam ve birçok farklı sorunlardan sıkıntı çekmem ve üzerine korona olmam sonucunda çok ağır bir şekilde hastalık geçirdim. Ortalama iki hafta kadar yatarak ayrı bir dairede karantinada kaldım, o sürecin sonunda iyileştim ama koku duyum özellikle et, tavuk ve türevi konusunda bozulmuştu Erasmus+ dan dönene kadar da yani ortalama 6-7 ay falan koku algım bozulmuştu. Kalbimde çeşitli belli belirsiz ve yersiz çarpıntılar meydana geliyordu. Orayı da hasara uğrattı anlaşılan ve 5 kg kadar vermiştim. Çok kötü bir dönemdi, neyse ki daha sonrasında zamanla toparladım. Sağlam beslenmek, uyku düzeni ve dinç kalmak bağışıklık sistemi için oldukça önemli. Özellikle pandemi döneminde kesinlikle dikkat edilmesi gerek. Yoksa hemencecik kendinizi virüsün kucağında bulabiliyordunuz.

Bu dönemde Taekwondo’ya ilk defa aralıksız 1 yıl kadar devam edebilmiştim, ardından Erasmus+ arası girdi ve dönünce 5 ay kadar daha tekrar devam edip bıraktım, kendim ara sıra antreman yapıyorum. O açıdan değerlendirebildiğim için memnunum. En azından tamamen eve kapanmamıştım. Böyle olması sanırım psikolojik olarak daha da yıpranmayı ve hatta belki de pes etmeyi, hayattan zevk almamayı doğuracaktı. Böylelikle biraz da olsa psikolojiyi yönetebilmiştim. Bunun dışında arada sırada kitap okuyor, bazen film & belgesel izliyor böylelikle zamanı geçiriyordum.

https://hikmetyolcu.com’ un WordPress ile Temellerinin Atılması

Bu dönemde değerli olarak yaptığım bir başka şey ise sanırım bu platformu nasıl kuracağımı öğrenmem ve temellerini atmak için çalışmam olmuştur. WordPress ile ilgili araştırmalar yapıp, kurslar alarak bu konuda yetkinleştikten sonra uygulamaya döktüm. Halen öğrenmeye devam etmekteyim. Bunlarla ilgili çeşitli kaynakları da size sunacağım.

WordPress kodlama bilginiz olmasa bile çeşitli arayüz ve taslaklarıyla kendi internet sitenizi kurabileceğiniz açık kaynak kodlu bir platformdur.
– Özellikle açık kaynak kodlu olması,
– Sürekli platformun üyeleri tarafından geliştirilmesi,
– Birçok eklenti ile birçok özelliği çok az bir çaba ile entegre edebilmek gibi özellikleri ile öne çıkmaktadır.

WordPress ile internet sitenizi kurabilmeniz için iki seçeneğiniz vardır:

– İsterseniz domain ve hosting alarak bağımsız bir internet sayfası sahibi olabilirsiniz veya
– WordPress’e bağlı blog sayfanızı oluşturabilirsiniz.

Ama uzun vadeli bir vizyonunuz var ise ve kendi gelirinizi elde etmek istiyorsanız tabi ki bağımsız olarak kendi alan adınızı ve barındırma hizmetinizi alarak işe başlamanız çok daha sağlıklı olacaktır. WordPress’in diğer bir güzel yanı tamamen ücretsiz olmasıdır. Domain ve hosting dışında hiçbir şeye para ödemeden işinizi görebilirsiniz. Yalnızca eklentilerden geniş kapsamlı hizmet alınmak istendiğinde onlara para ödenebilmektedir. Böylelikle kendi internet sitesini kuracaklara önerilir.

✅ Yurt Dışına Çıkma Girişimi – III. FRANSA (2021 / ERASMUS+ Değişim Programı)

❗ Rennes deneyimimi ve Rennes ile ilgili ihtiyacınız olabilecek tüm bilgilere 👉🏼 şu linkten 👈🏼 şu linkten ulaşabilirsiniz.


Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir